KANSERLE DANS HİKAYELERİ

Pankreas Kanseri – Her Son Bir Başlangıç

Acılar zamanla azalır mı? Yoksa o acıları iyi bir şeylere dönüştürdüğünde mi geçer içini burkan sızı…
Ben son bir senede bu sorunun cevabını aradım, ve sanırım da buldum.

Galiba son bir sene içinde babamın arkasından sadece 5 kere ağladım…
Ve galiba son bir sene içinde Kanserle Dans ailemden gelen kötü sonuçlara, kayıplara en az 30 kere…
E peki nasıl oluyor da acılar iyi bir şeylere dönüşüyor diyeceksiniz…
Habire ağlıyorsun Esra…

Yazılarımdan birinde değinmiştim, bardağın yarısı dolu mu, boş mu? olayı aslında.
Bardağın yarısından fazlası dolu benim için, sadece yarısı değil.

Sizlere 2014’te neler yaptığımızın bir özetini vermek istiyorum. Ben değil, Biz.
Biz kimiz?
Biz, Kanserle Dans Ailesi…
Biz; gönüllülerimiz,
Biz; bağışçılarımız,
Biz; sağlık çalışanlarımız,
Biz; bize ücretsiz profesyonel servis veren kurumlarımız,
Biz; arkadaşlarımız,
Biz bu yolda arkadaş ve aile olanlarımız…
Biz işte…
Biz…
Yani bu yazıyı okuyorsanız aslında Siz…

Bir Saat Bir Hayat projemiz ile 60,000 kişiye ulaştık, 15,000 kadınımıza birebir kendi kendine meme muayenesi eğitimi verdik ve bu proje kapsamında  6 Meme ve Kolon Kanseri erken teşhisi ile hayatlara dokunduk.

İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Eskişehir, Samsun, Rize, Mersin, Kahramanmaraş, Manisa, Muş ve Antalya’da toplam 25 kongre, konferans ve panelde konuşmacı olarak katılımda bulunduk.

Yurtiçinde 3, yurtdışında 1, toplam 4 maratona ekip olarak katıldık.
Facebook, Twitter, Youtube, Instagram, Pinterest,  Vimeo sosyal medya kanallarımız ile 57 ülkede yaklaşık 1,230,000 Kanserle Dans edene ulaştık.

Türkiye, Amerika ve Azerbaycan’da 80,000‘den fazla ücretsiz broşür ve kitapçık dağıttık.
Tüm bağışlarınızın  %91.1’i proje, program ve ücretsiz vermiş olduğumuz hizmetler için kullanılmıştır.

Bir kayıp, milyonlara ulaştırmışsa bizleri, bu bardak dolu değil midir?..

Bu bir son olabilir belki babam için, bu yolda kaybettiklerimiz için…
Ama bu birçoğumuz adına bir başlangıç değil midir?..
Hâlâ yaşarken yaşatmak, sevdiğini sevildiğini ve desteğini hissetmek bardağı doldurmak değil midir?…

Sizi bilmem ama benim bardağımı her gün damla damla dolduruyor Kanserle Dansımız.  Ve en güzeli ne biliyor musunuz?..
Sizlerin sayesinde, biz daha yeni başladık.
Vefatının 3. yılında gözlerimde gülümse olduğun için sana minnettarım Hüseyin Avni Ürkmez Paşam, Babacığım. Senin ve bu yolda karşımıza çıkan güzel insanların ruhu şad olsun.

Biz sizler için, sizinle, ve bu işi ne için yaptığımızın bilinci ile Dans’a devam ediyoruz.

Stella için nasıl bir önsöz yazılır bilemiyorum. Yanında kendinizi rahat hissettiren ruhu güzel, kendi güzel çok özel bir insan için ne söylenebilir?!

Seni bize getiren sevdiğine, ”Alp’e” teşekkürlerimizle…

– Stellacığım, hep böyle miydin? Seni uzak tanıyan herkesin birleştiği nokta çok güzel bir enerjin olduğu… Sırrın nedir?
Hayat çok keyifle sürüyordu ta ki Ağustos sıcağında her şey değişip bizi, ruhumuzu, ailemizi, sevdiklerimizi dansa zorlayınca.
Zor günlerdi… ” diyorum çünkü 5 koca seneyi devirdik. Hâlâ hatırlayınca gözyaşlarım akar ama artık huzurla akıyorlar, öfke yerine. Ben hep böyle enerjik bir tip oldum. Karakterim bu, bir koltukta bir dolu karpuz.

  1. sınıf öğretmenim ilk karneme “yüzündeki gülümseme hiç eksik olmasın” diye yazmıştı. Anlayacağınız hep gülümseyen oldum. Ancak dansla birlikte her şey değişti.

Eskisinden daha enerjik, daha çok gülümseyen bir anne ve eşe dönüştüm. Bugün o aramızda yok ama bana bıraktığı pembe gözlüklü hayatı yüklendim, içine mantıkla, yüreğimdeki ana sevgisini ekledim. Babamın, anamın, kardeşimin ve dostlarımın elini tuttum diye enerjim böyle. Yani sebebi sizlersiniz!

– “Pencere” konusu yaşanmışlıklar ve zor anlarda sevginin gücü olan bir kurgu roman. Biraz anlatır mısın neden yazdın bu kitabı?  Nasıl açtın bu pencereyi?
PENCERE 2005’te başladı. Sağı solu bambaşkaydı, intihar edecekti ana karakter. İstediklerine ulaşmamış olmanın hazin öyküsüydü benim tasarladığım. Bolca dram olacaktı içinde.

2006’da dans başladı, satırlar bir o yana bir bu yana savruldu. Karakterim Aslı, intihardan vazgeçti, üstüne bir güzel tutunuverdi hayata hem de 4 elle. 2008’e kadarki süreci anlattım kurgu haliyle ama çok yaşanmışlıklarla doldurdum içini.

Her kemoterapi seansını, her tomografiyi, her sevişmeyi, her el ele yürüdüğümüz anı, her yağmur damlasını, her kalp çarpıntısını yazdım. Herkesin hayatı kendine zor, bunu yazdım. Benimki zorken başkaları nasıla baktım.

Sonra onun dansı bitti. Müzik yavaşladı, bizler kendi dansımızla baş başa kaldık. Önce yavaş salındık, sonra daha sert hareketler ama şimdilerde tatlı bir Swing yapmaktayız.

Hem etrafımızın farkındalığıyla hem de sizlere destek olmak adına dansa devam yani.

– Ben bu ismi ilk duyduğumda bayıldım. Hepimizin açmak istediği ya da istemediği pencereler var hayatta. Kendi pencerenden bakabilmek nasıl bir süreç?

Kitabın adını bulması için farklı yollara dalıp çıktım. Oda numarasından başlayan, onun adına varana kadar çok farklı fikirler vardı yazmaya başladığımda ama sonra PENCERE en doğru karar oldu.

Kendi içime, başka pencerelere ve hepsinden önemlisi hayatın penceresine dalmayı hedefledim. MR çekilen odada oluştu fikir. Karşı pencereyi görüyordum hep. Kıskanıyordum onun şimdi ne rahat hayatı vardır diye.

Hep öyle düşünüp kurbanı oynarız ya ben de aynen öyle yaptım ta ki karşı pencerenin de ne gamları ve hüzünleri olduğunu duyana kadar. Bir oda dolusu kemoterapi hastası, herkes onlara acırken ben hemşirelere ve bize bakan doktorlara acımaya başladım. Ne motivasyonsuz hayattı onlarınki.

Ne zor meslekti ki gün boyu maskeleri var, yetmiyormuş gibi evlerinde de devam ediyorlardı takmaya.

Farkındalık yükselince ben bugünkü bene dönüştüm. Penceremden bakıyorum içime bolca, azıcık gözyaşı bolca şükürle yürüyorum.

– Bize ilk yazdığın emaillerden birinde beni çok etkileyen, hasta yakını olmayı çok iyi tanımlayan bir ifade kullanmıştın: “Hasta ile hasta yakını arasındaki tek fark ilacı alma halinden ötesi olmadığı düşüncesindeyim, bilmem katılır mısınız?” diye. Yaşayanlar çok iyi biliyor, bu süreçte nasıl destek aldınız anlatır mısın?

Eşim hiç destek almadı. O, olayı kendi savunma yöntemleriyle yok saydı. Yük bana, çocuklara ve aileye kaldı. O, hayatı dibine kadar yaşadı. 30-60 günlük serüveni 27 ay gibi kaliteli bir zamana çevirdi.

Tek savunması ise “PEMBE GÖZLÜK”lerdi. Yani hayat ne derece acımasız olsa da gülmeye, yaşamaya devam. Bunu yapmak kolay değildi tabii ki hem de bir aile babası olarak ama burada eşin desteği, sevgisi, direnci, ailenin bağlılığı ve tekrar edeceğim sevgisi tek ve tek gerçek ilaç.

Sevgi oldukça üstesinden gelinemeyecek bir şey yok, sonuç acı olsa dahi. Unutmayalım acı, kurtulma duygusunu arttırırmış yani acıdıkça daha çok kurtulmak istedi.

Benim desteğim   ise başarılı bir psikoloğa gitmek oldu. Özel sektörden annesini bu hastalığı vermiş, master bitirme tezi meme kanserli hastaların psikolojik destek alırlarsa daha kaliteli yaşayacakları olan bir pozitif mantık bombasıydı.

Onunla 18 ay civarı çalıştım. Sürecin ortasında başlayıp, süreçten sonra da ayakta kalma döneminde devam ettim.

Sürecin son dönemlerinde bekleme odası sendromu denilen bir panik atakla karşı karşıya kalınca hafif bir antidepresanı hayatıma ekledim. Dans yavaşlayınca bir süre daha kullanıp 10 ay sonra işe başlayınca bırakıp kendi başıma yola devam ettim. Bu süreçte bana tek iyi gelen şey ise kayıtsız şartsız günlük tutmak ve Pencere’yi yazmak oldu. İçim dışıma çıktı ve bitti. Çocuklar ise teşhis konulduğu an itibariyle pedagogla tanıştılar. Bu süreci onlarla hep gerçekleri paylaşarak geçirdik. Onların anlayabileceği dilden ama hep gerçekleri aktardık. Asla yalana başvurmadık ve saklanmadık.

Ağlarken gördüler, saçsız bir babayı sevdiler, dahası inanılmaz kaliteli zaman geçirdik diyebilirim.

Kitabın umut dolu, “Hayat bu, zaman gelir her şey bir anda son olur. Hayat bu, son dediğin an her şey yeniden can bulur.” diyor.  Nasıl ayakta ve yeşil tuttun umut ışığını, sana, size ne güç verdi?

Biz baştan bu dansın sonucunun pek de olumlu olmayacağının bilincindeydik 4.evre bir Akciğer ca yaş 40. Her hücre o kadar hızla yenilenirken bizim onunla kuralsız dansımız 27 ay sürdü. Yaşarken odaklandığımız tek şey kaliteli zamandı. Daha çok yemek yedik, sarıldık, öpüştük. Daha çok vakit geçirdik. Bazen ağladık ama çokça güldük. Komedi filmleri alıp sabahlara kadar seyrettik çok iyi geldi. Altımıza çiş bile kaçırıp koltuğu sildik. Umut hep vardı ama uzaktaki bir ışıktı. Eşim, o ışığı hep canlı tuttu bense sadece iz düşümüyle yaşadım o süreci. İz düşüm, can acıtırken bir taraftan beni kaçınılmaz sona hazırladı. Mantık, sevgi ve aile benim en büyük destekçilerimdi. Dostlarımız harbi çıktı. Seçerken bilmek gerek kimle dans edeceğini. İyi gün kötü gün gerçek oldu. Gurur duyduk kendimizle onlarla. Hâlâ hayatımdalar, eksiksiz ve sımsıkı.

Aile çok önemli, kayıtsız şartsız yanımızdaydılar. Birlikte güldük, birlikte ağladık. Hiç acıtmadık.

O, toprakla bütünleşince tek umudum çocuklar oldu ama hayatımı karartıp onlara odaklanmak bana göre değildi. Hem sevip hem de mesafe koydum. Hem destekleyip hem de zorla başa çıkmaları için onları tek başlarına bıraktım. Hepsinden önemlisi sevgimizi artırdık ve 3 kişi de güzel bir aile olduk. Yola devam ediyoruz, umutla sıcacık…

– Tedavi sürecinde ne gibi zorluklar yaşadınız? Neler yapılabilir hem bireysel hem toplumsal anlamda destek için? 

Tedavinin en zor kısmı kısıtlı ilaç desteği. O, sıradışı bir hasta olduğundan bilinen ilaçlardan pek fazla feyzalamadı ne yazık ki. Diğer ilaçlar ise hep yurtdışındaydı  devlet desteksiz. Sigortasız, varımız yoğumuz bu yolda helak oldu ama hiç ağlamadık. Cana geleceğine mala gelsin ilk defa gerçek anlamıyla karşımıza çıktı. Yapılması gereken en önemli şey grup terapileri. İnsanlar yalnız olmadıklarını görmeliler.

Bu yüzden 18.000’den fazla takipçiniz var ve eminim daha çok artacağız. İş yapar olmak çok önemli. Hayat işleyince devam eder, hasta sendromuna girip eve kapanmak yıkıcı bir sürecin içine taşır kişiyi. O sebepten işi olmayanlara iş bulmak şart. Benim hayalim kütüphane, manikür, kuaför ve restoranın bir olduğu bir kompleks… Kim bilir belki sizlerle buna sahip olur, gönüllü olarak görev alırım.

– Alp’i anlatırken bu hastalığın onu almasına hiç izin vermedi demiştin. Nasıl kızmadan sizinle sevgiyle verdi bu mücadeleyi?

Alp, kitapta Can çünkü o herkesin cancağızı oldu bu süreçte. Onu hastalığın almasına hiç müsaade vermedi. Dükkanlarda pazarlık yapan biriydi bazen alır bazen alamazdı, saçları dökülünce, kanser olma halinden rant sağlayıp “hadi abi ama belli mi ne kadar ömrüm var” diyecek kadar dalga geçti. İçinden korkuyordu eminim ama bir gün bile gözleri korkuyla bakmadı. Bize de korku yaşatmadı. Bazen öylesine yok sayardı ki beni çıldırtırdı o kadar.

Sevgiyle verdiği mücadelenin başında sanırım bizi incitmemek ve bize daha zor bir hayat yaşatmamak vardı. Pek konuşmadığında onu ancak özsezilerimle fark ettim diyebilirim. Kaliteli hayat yaşaması, genç beden ve içindeki savaşma isteği öylesine güçlüydü ki yaşamla dalga geçebilmesi bundandı bence.

– Kanserle Dans okuyucuları için ne eklemek istersin?

Kurban olmasınlar, yalnız değiller. 3 kişiden biri böyle. Sarılsınlar hayata, ölüme değil hayatın güzelliklerine odaklansınlar. Kalp krizinden ölüm oranı kanserden fazla, trafik kazalarıysa neredeyse bin katı kanserin. Bu durumda tetkikleri doğru yaşlarda yapıp, hissettiklerimizi aman sendeye getirmeyip dikkate alsınlar. Onları görmezden geldiğimizde sonuç daha iyi olmayacak… Hayatı sevip yaşanılır kılsınlar, şartlar ne olursa olsun beterin beterinin beteri daima var bilsinler…

Sevgiden başka hiçbir şey dilemesinler ve her güne şükretsinler tıpkı benim yaşam felsefem gibi 99’lara değil 1’e odaklanmak lazım…

Bu da bir ”’ilk”imiz. Bir annenin gözünden ve sözleriyle biricik kızının lenfoma ile dansı. Bize yüreğini açan Pınar Hanım’a sonsuz teşekkürler. Bu güzel aile, bu mücadelede daha da kenetlendi birbirine. Her daim sağlık dileklerimizle sizleri Pınar Hanım’ın satırlarıyla baş başa bırakıyoruz.

20 Ocak 2012 tarihinde aldığım haberle yıkıldım. Küçük kızıma 17 yaşında lenfoma teşhisi konulmuştu. Biyopsi sonucunu alıp doktorumuza götürdüğümde bu cevabı aldım ve dünyam başıma yıkıldı o anda. Ağladım bağırdım o anda çaresiz kaldım. Doktor bana “bu hastalığın çaresi var, ya yapacak bir şey yok kızını al götür deseydim ne yapacaktın?’’ dediğinde ben haâlâ ağlıyordum. Doktordan izin istedim, sağ olsun o da bana “yarın gel sakin sakin konuşalım” dedi. Doktorun yanından çıkıp eşimin iş yerine gittim. Kapıdan girdiğimde eşim korku dolu gözleriyle benden alacağı cevabı bekliyordu. Eşime cevap bile veremeden kucağına yığıldım. O da haberin çok iyi olmadığını anlamıştı ve bana sarıldı hıçkırıklara boğuldu. Bir zaman sonra kendime geldiğimde bu hastalığın tedavisi olduğunu, yüzde 90 tedaviye cevap verdiğini anlattım.

Doktor bana iki tane hastane önermişti. Ben Samsun On Dokuz Mayıs Tıp Fakültesi’ni seçtim. İki gün sonra hastaneye gittiğimizde biyopsi yapan doktorun önerdiği uzman doktoru bulduk ve o gün kanserle olan koşuşturmamız başladı.  Sinem 17 yaşında olduğu için çocuk onkoloji servisinde tedavi gördü.

Yapılan ilk tetkikler sonucunda bacakta başlayan şişlik, karın kasık ve göğüs kafesine de sıçramıştı. Ve doktor bana hastalığın 3. evre olduğunu söylediğinde bir kez daha yıkıldım. Sinem’e hep bu   hastalık bir masal gibi hayatımızdan geçip gidecek derken içimde yaşadıklarımı anlatmam mümkün değil. Ben babamı akciğer kanserinden kaybettim, annem 17 sene evvel meme kanseriydi şu an çok şükür iyi. Babamı kaybettiğimde her şeyimi kaybettim sanmıştım. Evladımın kanser olduğunu öğrendiğimde öyle olmadığını anladım. Karnımın içlerinin acısı günlerce geçmedi. Bir haftada 6 kilo verdim. Bunları böyle detaylı anlatıyorum ne olur bağışlayın. Ben 11 ay boyunca kimseyle doğru dürüst hiçbir şey paylaşmadım, hep güçlü göründüm. Öyle de olmak zorundaydım kızım için.

Tedaviye başladığımızda doktorumuz 6 kür kemoterapi sonrasında da radyoterapi alacağımızı öyledi. Sinem’e detayıyla hastalığı anlattı, neler yaşayacağını… Çok da iyi oldu çünkü ben her şeyi kızıma anlatamamıştım. Doktor kemoterapi aldığında saçlarını kestirmeni isteyeceğiz dediğinde çok ağlamıştı ve “kestirmem” dedi. Ama ilacı alınca baktı ki kopuyor saçları, kendisi istedi kazıtmayı ve kazıttık. O anki hislerimi anlatamam… Kızımın saçlarını yerde gördükçe içim parçalanıyordu, ama hep, “giden saç olsun kızım, kökü sende hepsi geri gelecek” dedim. Bunları söylerken bile içimde inanılmaz korkular yaşadım. Bazen kızıma söylediklerime kendim inanmıyordum. Onkoloji servisinde yaşananlar ve gördüklerim beni korkutmaya yetiyordu. Tedavi boyunca çocuk hastanesinde inanılmaz hastalar gördük ve kaderdaşlarımızla tanıştık. Hâlâ tedavisi devam edenler var, acil şifa diliyorum hepsine.

Kemoterapi bitti ve bizi radyolojiye yönlendirdiler. Işına girmeden evvel çekilen pet temiz çıkmıştı kemodan sonra vücutta hiçbir şey kalmamıştı. Bu aylardır aldığım en güzel haberdi. Herkese telefon açtım. Bu seferde ağlıyordum ama mutluluktandı. Kimi aradıysam hepsi sevinç çığlığı attı. Hastanenin bahçesinde avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Hastaneye ilk gittiğimizde boş bir salon vardı. Sinem’e bu hastalık bittiğinde burada halay çekeceğiz demiştim ve halayın ilk kısmını o gün kızımla çektik. 🙂

Işını önlem amacıyla verdiler, lenfoma tekrarlaması olası bir hastalık çünkü. Şu an tedavimiz bitti ayda bir tetkikler yapılacak kontrole gideceğiz. Yaşadığımız 11 ay gerçekten sanki bir hayal, bir masaldı. Geriye dönüp baktığımda kızımın nelerle mücadele ettiğini düşündüğümde içim sızlıyor. Sinem çok güçlü bir çocuk. 11 ay boyunca of demedi. Ne ağrılar çekti, sabahlara kadar beraber oturduk. Kemo almaya giderken süslenip gidiyorduk, bazen Sinem yapmasa bile ben sabahın köründe makyaj yapıp öyle gidiyordum sırf moral olsun diye.

Şükürler olsun ki bir tedaviyi bitirdik ama inanın insanın ömründen de ömür gidiyor. Hiçbir zaman Allahım bu neden benim başıma geldi, neden benim çocuğum? demedim. Hep “derdini veren Allahım dermanını da verir” dedim. İçimde neler yaşasam da önemli olan kızımdı ve her şeyi onun için ve ailem için yaptım. Aile desteği hiçbir şeye benzemez. Biz bu hastalıkta olmadığımız kadar kenetlendik. Ailem, arkadaşlarım hep yanımdaydı. Hepsine binlerce kere teşekkür ediyorum. Ama en büyük teşekkürüm Sinem’e, kanserle dans edebildi. Çökmedi, umudunu yitirmedi. Biz kanseri yendik, darısı tüm hastalarımızın başına ve tekrarlamaması dileğiyle.

Son bir şey söylemek istiyorum. Sinem, tedaviye başladığında ağızdan alınacak ilaçları vardı ve yurtdışından geliyor bu ilaçlar. Eczacılar Birliği’ne başvuru yaptık, ilaca hemen başlaması gerekiyordu ama ilaçlar bir ay sonra geldi. İlk zaman diğer hastalardan tedarik ettik ilacı. Daha sonra tekrar istediğimizde 3 ay sonra geldi. Kanser gibi bir hastalığın ilacı nasıl bu kadar zor bulunur?! Türkiye’de üretilmiyormuş ucuz olduğu için. Hasta yakınları bir yandan hastayla uğraşırken bir yandan da prosedürlerle uğraşmaya mahkûm ediliyor.

Yazdıklarıma baktım da epey yazmışım ama daha yazmadığım o kadar şey var ki! Bunları sizlerle paylaşmak istedim. Bu zaman zarfında yanımızda olan herkese, doktorlarımıza ve bütün ekibine sonsuz teşekkürler ediyorum.

Mutlu ve sağlıklı günler diliyorum hepinize.

Pınar Topul

Sizi, Nurşen Karadeniz’i, ilk günden beri sevgi dolu, çok duyarlı ve çocuklarla ilgili pek çok güzel organizasyonda öncülük ederken tanıyoruz. Kendinizi biraz anlatır mısınız?

Aslında Nurşen İnce. Karadenizime aşık olduğumdan Karadeniz…. Ordu Perşembe 20 Mayıs 1970 doğumluyum. 4 kardeşim ve anne baba Ordu’da yaşıyor. 1991’de evlendim 1993’te Tuğçem oldu, yani ben anne oldum…

2003 Şubat’ında evliliğimi sonlandırdım ve kızımla baş başa muhteşem bir hayatın içinde iken 2004 yılının 14 Nisan’ında ansızın hastaneye yattık… Ve aslında yaşam yeni başladı ama bu yaşam başka bir yaşam… Hüznün, mücadelenin ve şimdi ne olacak? diye düşündüğüm gecelerin ardında güne gülerek ağlayarak ve hayatla dalga geçerek 9 ayımızı geçirdik. İlkbahar, yaz, sonbahar ve kışı gördük…

Ben uyandığım her güne, kızımın gülüşünü görerek başlıyorum. Resmi karşımda, ona: “Günaydın çirkinim, ben kalktım.” diyorum ve onu mutlu edeceğime söz veriyorum. Onunla yaşadıklarım çok güzeldi.

“Geçmişte güzel anılar bırakalım, ben torunlarıma anlatacağım.” derdim… ama kısmet olmadı. Ben kullanıyorum, “güçlü olmak” da onun bana dediği bir sözdü.

– Hep umut var mesajlarınızda nasıl aydınlık bakıyorsunuz güne, nasıl bardağın hep dolu tarafına odaklanıyorsunuz?

Bakmayın siz benim kuru bir yaprak gibi sallandığıma… Köküm sağlamdır, sarsılsam da kopmam dalımdan… Öyle kolay değil rüzgârın önüne kapılıp gitmem… Son ana kadar vazgeçmem yaşamaktan… Ne fırtınalar koptu benim hayat dallarımda… Hiç birinde vazgeçmedim umutlarımdan… İçimde kıyametler kopsa da… Ben baharıyım yarınlarımın. Çiçek açarım her kışın ardından…

Kitabınızı okumayı merakla bekliyoruz. Nasıl tepkiler aldınız okuyanlardan?
Kitabım çıkınca Karadeniz’e gittim; orada çok yaygın olunca bu hastalık, öncelikle onlarla paylaşmak istedim. Aldığım tepki ilk bakış, üzülerek sonrası takdir ederek. İlkokul mezunu benim, kitap yazmam onlara çok garip geldi. Çoğunda “acılı bir anne” izlenimi ve “sonrasında

ne yapabiliriz?” diye yardımcı olan insanlar…
Yıllar sonra kitabımı tesadüf alıp okuyan dostlar 19 Mayıs Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Tıp Bayramı’nda yeni mezun doktorların internette kitabımı bulup beni davet edip lösemili çocuklara nasıl yaklaşılır? sunumu inanılmaz onurluydu, daha da güçlendim. Kitabım, bana kızımın istediğini yerine getirmek için bir sebep ve mutluluktu; hayata tutunma amacımı ortaya çıkardı… Onu anılarıyla anmak ve bana güçlü olmayı öğreten bir yol oldu tepkilerle birlikte…

– Karadeniz sevgisi ve sevdanızı anlatır mısınız?
Karadeniz AŞK, Karadeniz huzur, Karadeniz kuş sesi, yaprakların hışırtısı ve mis gibi kokusu… Karadeniz: Huzur bulduğum yeşili, hırçın dalgasıyla, kuşların farklı sesine gözümü kapattım. Mis gibi kokusunu içime çekip dalmak, Karadeniz. Sabahları sakin ve masmavi denizin kenarında yürümek, bir bankta oturup çayını yudumlamak, hep özlediğim hiç doyamadığım, kavuşunca sevdam bitecek dediğim Karadenizim… Meyvesi, yemekleri, yaşama tutunmaya çalışan güçlü insanları, ormana karışıp doğanın bize sunduğu her şeyi… Karadeniz, bende muhteşem AŞK VE ÖZLEM…

– Harika! Ve son soru Kanserle Dans Ailesi’ne ne söylemek istersiniz?
Kanserle Dans Ailesi, benim için de bir aile. Ne yaşadıklarını hissediyorum ve bana güç, mutluluk veriyorlar. Severek devam ettiklerini, yaşama tutunmak için sebepleri olduklarını biliyorum… Ne yapabilirim, nasıl yanlarında olabilirim? diye çok şeyler düşünüyorum. İnşallah yaparım.  Sizin sayfanıza katıldığım andan itibaren ben daha da kendimle barışığım. Dilerim ki kimse üzülmesin, dilerim herkes içinden gelen her anı yaşasın. Biraz uzun yazarak sizi yordumsa lütfen kusuruma bakmayın. İnanın ne geliyorsa elimden, yapmaya hazırım ve mutluyum… Sizlerle olmak onur benim için. Sevgi ve sağlıkla kalın…
Beni acılı hatırlamayın. Ben mutlu ve güçlüyüm biraz da deli…

Çok keyifli bir sohbet oldu, bu koca yürekli kadını ve Tuğçemizi biraz daha tanıdık. Teşekkür ederiz.

Kanser kelimesi yerine şu an canınızı sıkan herhangi bir konuyu da düşünebilirsiniz. Bu taktikler mutlaka işinize yarayacaktır.

1) Hak etmesen de başına felaket gelebilir.

2) En büyük felaket ümidini yitirmektir. Ne olursa olsun “ümit et”.

3) “Neden ben?” diye sormak anlamsız. Başımıza iyi şeyler geldiğinde “neden ben?” diyor muyuz?

4) Hayatta her şey bizim kontrolümüzde değildir.

5) Felaket anlarında fazla ileriyi düşünmek sadece savaşma gücünü elinden alır. O an önündeki en acil sorunu çözmeye odaklan.

6) Yardım istemekten çekinme. Yardım istediğinde sevdiklerine yük olmazsın. Tam tersine onları sevindirirsin.

7) Kanserle savaşın en zoru en başıdır. Kabullenince kolaylaşır.

8) Bazen kötü bir haber alabilirsin. Ardından daha da kötü haber alabilirsin. Yetmiyormuş gibi bir kötü haber daha alabilirsin. Ancak bu sonucun kötü olacağı anlamına gelmez. Savaşa devam, devam… Önemli olan en sonunda iyi haber alabilmek.

9) Mucize denilen şey vardır! Üstelik hiç beklemediğin anlarda sana ulaşır. Sen ümidini yitirme.

10) Seni deviremeyen şey güçlendirir.

Hep sağlıkla kalın.

Gülin Köse Ofluoğlu

Gönüllü Olmak İster misiniz?

Gönüllü olmak için internet sayfamızda yer alan gönüllü formunu doldurup bize yollamanız yeterlidir. Başvurusu kabul edilen tüm gönüllü adayları, gönüllü koordinatörümüz tarafından organize edilen Tanıtım Toplantısı’na davet edilir. Tanıtım toplantısına katılım, gönüllülük sürecinin ilk adımıdır.